Acının Hikayesi




İşte yine aynı yerdeyim... Kararmış toprak, sanki son bir nefes almak için gökyüzüne ulaşmaya çalışırken can vermiş kökler, uğursuz ölüm kokusu.
Kısa bir süre önce kokladığım yeşilden eser kalmadı yine. Kabullenemeyerek çatlamış toprak adeta... Bölük pörçük. Yaşam yok burada. Yaşamın istemedikleri var. Yaşamın yol açtığı, ve kendinden uzaklaştırdığı her şeyin yurdu burası...
Gökyüzü bile inkâr etmiş sanki bu toprakları. Çevirmiş mavi gözlerini, sırtını dönmüş de kabarık kara saçları görünür olmuş sadece. Tek bir damla gözyaşı bile hak etmediğine inanmış. Değmezmiş, değersizmiş...
Kendi evladını reddedebilen zalim bir anne gibi elini ayağını çekmiş buradan doğa. Ne bir çaba göstermiş şimdiye kadar, ne de üzülmüş ona. Sadece yoksaymış.

Yürüyorum yavaş adımlarla. Bırakamam burayı asla kolay kolay. Diğerlerinin tiksintiyle uzaklaştığı, korkuyla yok saydığı bu toprakların değerini bilen tek kişiyim ne de olsa. Evet, bir değeri var. Asla unutmayacağım çok derin bir anlamı var buranın.

O siyahtı. O'nu korkutmuşlardı. Ruhunu çalmışlardı. Ve tüm dünya bunu kabullenmiş ve O'nu yalnız bırakmıştı. Çirkin ördek yavrusu gibi... Tüm bu ormanların, sıradağların, nehirlerin yüz karasıydı. Ya da... Hayır, yüz karası olmak için nelerini verirdi kim bilir... Neyi kalmışsa. O yok sayılıyordu. O bir hiçti.

Her zamanki patikamı kullanarak o devrilmiş kütüğe ulaştım yine. Bilmiyorum neden hep aynı kütük... Belki de bu ölü topraklarda isyan ettiğini hissettiğim tek o olduğu içindir. Çürümüş gövdesi öyle bir şekillenmiş ki, adeta çığlık atıyordu. Acı doluydu her yanı bu toprakların. Rengi acı kahveydi, oluşturduğu şekiller acı içerisinde can çekişir gibiydi, kokusu gözlerini doldurmaya yetecek kadar keskin bir acı taşıyordu.

İşte... Aynı acı yine içime işlemeye başladı. Sesleri duyuyorum. Uzaktan gelen rüzgarın tiz çığlığı. Yakınlaşıyor... Sert rüzgarın etkisiyle yerde yuvarlanan taşlar öksürüğe boğuyor havayı. Biraz daha yaklaşıyor çığlık. Kulaklarımı kapatıyorum yine. Nafile... Beynimin içinde yankılanıyor acının her türlüsü. Sonra aşağı iniyor, dudaklarıma. Tizleşen sesin acısıyla çığlık atmaya başlıyorum. Sesim rüzgarın sesiyle bir... Derken acı daha da aşağı kayıyor. Boğazımda düğümleniyor. Öksürüyorum... Taşların yuvarlanmasıyla bir oluyor öksürüğüm, ayırt edilemez oluyor adeta. Ardından devam ediyor yoluna acı. Kalbime iniyor. Öyle bir iniyor ki, nefessiz kalıyorum bir an... Nefessiz ve tamamen sessiz. Acı yayılmaya başlıyor tüm bedenime. Bacaklarıma, kollarıma, ciğerlerime, boğazıma... Kızarıyor yüzüm. Beynime akın ediyor acı. Şakaklarım patlayacak gibi oluyor. İstediğini alana kadar bırakmayacak beni, biliyorum. Teslim oluyorum acıya bir kez daha. Sonunda gözlerim doluyor. Acı elini ayağını yavaşça çekerken tüm bedenimden, iki noktayı kavrıyor bu sefer sıkıca. Kalbimi ve beynimi. Yine aynı oyunu yapacağını biliyorum. Yine savaşmayacağımı biliyor...

 Tek bir görüntü. Kalbime saplanan tek bir bıçak. Gözlerimden yaşlar süzülüyor art arda. Kara toprağa düşmelerine izin veriyorum. Toprak büyük bir açlıkla emerken yaşları, acı bedenimden hızla çekiliyor. Gözyaşlarıma karışıp toprağa, ait olduğu yere dönüyor. Ağlıyorum hala... ağladıkça atıyorum acıyı içimden. Ta ki hepsi bitene kadar... tüm gözyaşlarım.
...
Artık bitti. Yavaşça doğruluyorum oturduğum kütükten. Etrafıma bakmıyorum artık. Görecek bir şeyim kalmadı, hepsini yaşadım onunla beraber. Bana geldiğim yerin değerini hatırlatması karşılığında ona gözyaşımı bahşettim. Onun susuzluğunu gidermem karşısında, bana mutluluğumu bahşetti.

Evime dönüyorum. 30 gün batımı sonra geri dönmek üzere...


Mastema -2008

Comments

Popular posts from this blog

Sad Doom of a Dark Soul

SİGİL KIZILI

Demons of Us.